P
I
E
R
R
E
V
I
N
C
L
A
I
R
Merhaba sevgili Pierre Vinclair, öncelikle davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Kendinizi daha yakından tanıtır mısınız?
Sorularınız için teşekkür ederim! Şiir yazıyorum, eleştiri yazıyorum, çeviri yapıyorum, aynı zamanda editörüm. Felsefe ve edebiyat eğitmeniyim. Tüm bu tuhaf faaliyetlerin dışında, sıradan bir insanım, yani, herhangi özel bir yanım bulunmuyor.
Her konuğuma sorduğum klasik bir soru sormak istiyorum. Fransız edebiyatını düşündüğümüzde, çağdaş yazın ile Zola, Balzac, Victor Hugo gibi yazarların ve Aragon, Lamartine ve Baudelaire gibi şairlerin içinde bulunduğu "klasik dönem" olarak adlandırabileceğimiz Fransız edebiyatı arasındaki farklılıkları nasıl karakterize ediyorsunuz?
Bana öyle geliyor ki temel fark, çağdaş yazarların, beklenen herhangi bir modele uymayan şeyleri yazmaya hak kazandıklarını duyumsamasıdır. Daha iyisi ya da daha kötüsü için: Bu, çağdaş edebiyatı büyük bir çarşı haline getiriyor, burada üzücü bulduğunuz her türlü metinle karşılaşıyorsunuz, aynı zamanda çok garip ve bazen şaşırtıcı güzellikte birçok yapıtla karşılaşıyorsunuz.
Çağdaş yazından bahsederken, edebiyat dergileri, bazı örneklerde sıklıkla görüldüğü gibi, geçmişin edebiyatını görmezden gelme eğilimindedir. Ancak derginizde bu durum tam tersi şekilde ele alınıyor. Örneğin George Oppen üzerine yazdığınız makale günümüz şiirine biraz fikir verebilecek türden bir metin. Çağdaş yazını yorumlarken dünün edebiyatına nasıl yaklaşmayı tercih ediyorsunuz?
Kendi adıma "edebiyat tarihine" gerçekten inanmıyorum: Tüm yapıtların bizim için çağdaş olduğu izlenimine sahibim. Bir tarafta avangart, diğer tarafta eski moda klasik eserlerin olduğunu düşünmüyorum. Aksine Oppen, Eliot, Alexander Pope, hatta Homer ve “kutsalın teknisyenlerini” okurken anlaşılması gereken şeyler var. Tüm bu çalışmaların bize anlatacakları var ve bunlar canlı, bazen birçok çağdaş jest ya da duruştan çok daha canlı.
Derginizde ilginç dosya sorunlarından bahsediyorsunuz. Örneğin, şiir ve sinema arasında kurduğunuz bağlantı etkileyici ve dikkat çekici. Şiirin diğer sanat dalları ile olan ilişkisine bakıldığında, Nazım Hikmet'in Türk şiiri için yazdığı destanların sıklıkla tiyatro eserlerine uyarlandığını görüyoruz. Fransız edebiyatı açısından şiirin en çok ilişkilendirildiği sanat dalları nelerdir?
Bana öyle geliyor ki bu sorunun yanıtı müzik: birçok çağdaş şair bestecilerle çalışıyor. Ancak bu konu hakkında daha fazlasını öğrenmek için, bu soruyu remue.net adlı bir başka derginin ilgi çekici birkaç sayısında uzun uzadıya sorgulayan Laure Gauthier'ye sormanız gerekir.
Edebiyat dergilerinin yayımlama sürecine biraz değinmek istiyorum. Fransız yazınında köklü olarak nitelendirilebilecek bir dergi yayıncılığı geleneği bulunuyor. Bu bağlamda, edebiyat dergilerinin evrimi göz önüne alındığında, çağdaş bir edebiyat dergisinin yayımlanma sürecinin önceki dönemlerden ne gibi farklılıkları var?
Bana öyle geliyor ki iki temel fark var: Birincisi, yaratıcı yazıdan artık hiçbir şey beklemeyen bir dünyada yaşıyoruz. 1960'ların veya 1970'lerin aksine, hiç kimse yazarların sosyal ve politik devrimin ön saflarında olduğunu düşlemiyor. İkincisi, çevrimiçi yayıncılıkta herhangi bir video oyunundan veya haber sitesinden iki tık uzaktayız. Kısacası, tüm bunların aynı anlam üzere gittiğine inanıyorum: edebi yaratım, diğerleri arasında bir çılgınlık olarak ortaya çıkıyor, birkaç zararsız ineğin kendilerini şımarttığı, garip ama yaygın bir etkinlik gibi. Olguları bu şekilde görmek, edebiyatı çok ciddiye alanlar için umut kırıcıdır, ancak en azından, biraz alçakgönüllülük bize zarar vermez ve gelecek kuşakların gözünde, bizi büyüklerimizden daha az gülünç kılar.
Farklı kültürlere açıksınız. Örneğin, ciddi bir Japon deneyiminiz var. Bu deneyimler edebi bilginizi, sanatsal düşüncenizi ve dergi yayımlarken kullandığınız içerik oluşturma yöntemlerini nasıl etkiledi?
Hepsinden önemlisi, bu deneyimler, edebiyatın entelektüeller ve hatta bazı politikacılar için merkezi mesele olarak görüldüğü (ve artık yok olan) 60'lar ve 70'lerdeki nostalji çağından kurtulmamı sağladı. Bana öyle geliyor ki bu bir yanılsama ve illüzyondu, edebiyat ile kültürün geri kalanı arasındaki ilişkinin oldukça farklı olduğu başka ülkelerde yaşarken bunun ayırdına kolaylıkla varabiliriz. Bu nedenle, yurtdışında yaşamanın özgürleştirici olduğunu söyleyebilirim: edebiyat ve toplumun diğer boyutlarının bağlantılı olduğu çeşitli yollara bir göz atabilirsiniz ve bu, yazmayı aynı zamanda daha karmaşık, daha zengin ve daha az ciddiye alınası bir uygulama olarak düşünmeyi olanaklı kılar (ya da daha doğru bir tabirle: insanın kendini daha az ciddiye almasını). Hatta şunu bile söyleyebilirim: inşa edilecek birçok şey var. Sanki edebiyat daha yeni başlamış gibi (geçmişin yazarlarının bizi ezdiği izlenimine sahibiz, ancak Japonya'da Batı'da anladığımız şekliyle edebiyat, temelde sadece küçük bir yüzyıldır).




