top of page

Sevgili Cemalettin Çekmece, öncelikle davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. İlk olarak, kendinizi bize biraz daha yakından tanıtabilir misiniz?
 

Merhaba, zarif davetiniz için çok teşekkür ederim.  Biraz kendimden bahsedeyim… 20.11.1969’da Antakya ‘da doğdum ilk öğretim, orta öğretim  ve lise eğitimimi Antakya’da tamamladım.79/90 yıllarında lisanslı sporcu olarak yüzme ve karate dallarında spor yaptım. 93’te Selçuk Üniversitesi  Devlet Konservatuvarı Tiyatro Oyunculuk Bölümünü kazandım. Öğrenciliğim süresince Prof. Bozkurt Kuruç, Semih Sergen, Fuat Haciyev ,Lale Oraloğlu gibi değerli ustalardan ders aldım.97 yılında mezun olup Devlet Tiyatroları kadrosunda oyunculuk yapmaya başladım. Halen 2005’te tayin olduğum İzmir Devlet Tiyatrosunda oyunculuk yapmaktayım. 2010 yılından bu yana spora  Aikido yaparak devam etmekteyim. Birçok tiyatro oyununda, sinema filminde, kısa filmde ve dizide oynadım ayrıca seslendirme yaptım. Birkaç örnek verecek olursam son yönettiğim oyun Nazım Hikmet’in yazdığı “Şeyh Bedreddin”,  son oynadığım oyun Haldun Dormen’in yazdığı “Kantocu”, son oynadığım sinema filmi Barış Atay‘ın yönettiği “Aden”, son oynadığım dizi “Bodrum Masalı’’. 

 

Dünyanın en eski, en köklü, kültürlerarası geçişi en yoğun olan uygarlık başkentlerinden birinde, Antakya’da doğmuşsunuz. Sanatın da evrensel olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, kentin size verdiklerinin oyunculuğunuzdaki yansımaları hakkında neler söylemek istersiniz?
 

Kuşkusuz doğup büyüdüğümüz topraklar bizi biz yapar ve bizi şekillendirir. Antakya çok köklü bir şehir. İnsanlık için büyük talihsizlik olarak gördüğümüz depremler, şehrin tarihi dokusunu yıkımlarla örttüğü için yüzyıllar boyunca birçok zenginliği saklamış ve günümüze taşımış. M.Ö. 300’lü yıllarda I. Seleukos tarafından kurulan bu kadim şehir, Helenistik dönemden beri birçok kültürü bünyesinden barındırmış. Adeta Yunan, Roma, Ermeni, Arap, Türk kültürü ile harmanlanmış bir yer. İlk kilise, ilk aydınlatılmış cadde, en büyük mozaik müzesi  gibi birçok ilki de barındırır Antakya. Aslında burayı görenler bilir nereye gitseniz tarih kokar, her sokak bir hikaye anlatır size ve sizi büyüler… En az 2000 yıldır çeşitli ırklardan, dinlerden insanların yaşadığı ve çeşitli dillerin konuşulduğu memleketim aynı zamanda yemekleri, doğası, verimli toprakları ve köklü kültürü ile bizi sarıp sarmalar.  Zaten bizleri besleyen değerlerimizi şekillendiren tarihimiz, kültürümüz değil midir? Pek tabi ki böyle görkemli bir şehirde doğup büyümek, yetişmek beni bugünkü ben yaptı. Sanat da biraz da köklerimizden beslenmektir bence.  Hoşgörü ve medeniyet şehri Antakya’nın sanatçı kişiliğime yansımaları elbette çok. Bunu sözlerimde, duruşumda, düşüncelerimde görebilirsiniz.
 

Aynı zamanda toplumsal olaylara karşı duyarlı, duruşu olan bir sanatçısınız. Sanatçının toplumla olan ilişkisini ele alırsak, geçmişi ve bugünü kıyasladığınızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
 

Sanatçı, Schelling’in deyimiyle tanrısallığı tanrıdan ödünç alan kimsedir. Bence her sanatçı muhaliftir ve bu gereklidir. Yaşamda çelişkiler hiçbir zaman bitmez. Çelişkileri görüp farklılıkları sezip alışılmışın dışında bir bakış açısı geliştirmeli ve tüm yönleri, yapıtlarıyla, yaratıcı gücüyle iktidara yol göstermeli diye düşünüyorum. Çelişkiler yalnızca emek sömürüsü, yöneten/yönetilen çelişkisi değildir. Toplumsal çelişkilerin yanı sıra insan doğasının kendisi bir çelişki yumağıdır aslında. İnsanoğlu aşk, öfke, korku, sevinç, keder, şüphe gibi sayısız duygu barındırır içinde. İşte sanat da çelişkiler karşısında eleştirel tavrını korur.
 

Dr. Farquhar rolünü canlandırdığınız Ermişler Ya Da Günahkarlar oyunuyla Bedia Muvahhit Tiyatro Ödülleri’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldınız. Ödülleri birer takdir belgesi olarak düşünmekle birlikte, aynı zamanda altın bir yük olarak da gören biriyim. Sergilediğiniz performansla ödül aldıktan sonra lezzetli ve ağır bir sorumluluk taşıdığınız duygusuna kapıldınız mı?
 

Hayır kapılmadım. Oynadığım her oyunun sonunda seyirci beğenisi ve alkış en güzel ödül benim için. Sahnede siz oyununuzu sahnelerken seyirci de oradadır bilirsiniz ama göremezsiniz.

Son perde oynanır ve ışıklar açılır o an en özel andır bizim için, seyirci ile karşı karşıya geldiğimiz, gözlerinden reaksiyon alabildiğimiz ve adeta hoş bir müzik tınısı gibi bizi okşayan o birbirine çarpan elleri duyduğumuz an… Bunun yanında aldığımız ödüller yol arkadaşımız olur bizim, sahne tozumuzun nişanesidir elbette ki gurur vericidir.

Tiyatrolar ve tiyatro sanatçılığı, binlerce yıldır dünya uygarlığında var olmasına karşın, bu denli saygı görüp aynı oranda da hırpalanan başka bir sanat dalı olmadığını düşünmüyorum. Söz gelimi, yaşadığımız salgın döneminin getirdiği ekonomik zorluklar konuşulurken tiyatro sanatçılarından konu açıldığında “oraya gelene kadar neler var!” şeklinde yaklaşımlar mevcut. Bir tiyatro sanatçısının perspektifinden, sizce “oraya kadar” ne zaman gelebileceğiz?

Tiyatro hırpalanmış olmasına karşın her seferinde daha çok beslemiş geliştirmiştir kendisini. Malesef bunun örneğini salgın durumunda da yaşadık. Pandemide işini yapamadığı için mağdur olan tüm insanlar devlet tarafından desteklenmeli elbette. İnsanlar işlerini yapmaları yasaklandığı için evlerine ekmek götüremediler. Pandemi sebebiyle kapatılan tiyatrolar gibi ‘’oraya kadar…’’ düşüncesi, Ortaçağ kilise otoriteleri tarafından yasaklanan tiyatro-tarihin cilvesi- yine kilise tarafından ayinlerde okunan ‘’thope’’ şarkıları ile tekrar başladı. Tiyatro çalışanları da diğer mağdur insanlar gibi desteklenmeli,  gerekli önlemler alınarak temsillere devam edilmeli.

 

Şiir ve tiyatro ilişkisi hakkında neler düşünüyorsunuz?
 

Batı dram/tiyatro sanatının miladı olan Antik Yunan Tiyatrosu/ Tanrı Dionysos adına düzenlenen şenliklerde okunan ‘’Dithyrambos’’ şarkılarıyla şiirden doğan tiyatro, yine şiirsel biçimlerle koşuklu olarak devam ediyor. Aristo ‘’Poetika’’ adlı yapıtında tiyatroyu şiir sanatının bir türü olarak değerlendirir baktığımızda o zamanlar her şey şiir formatında yazılıyordu zaten. Yine Horatius, Boielau’nun yapıtlarında da tiyatro, şiirin bir türü olarak geçer. Epik, lirik, didaktik, satirik, pastoral şiir gibi türlere ayrılan şiir sanatındaki dramatik şiir türü, tragedya, komedya ve dram türleri ile tiyatroyu karşılar. Cevat Çapan bu noktada imgeyi ön plana çıkartır. İmgenin sadece sözle değil oyun kişileri, mizansen ve dekor gibi öğelerle ya da oyunun tümüyle yaratılabileceğini söyler. Güngör Dilmen’de tiyatro şiiri sözcüklerden ibaret değildir. Beklenmedik bir ses etkisi bile sahnede tiyatro şiirini yaratabilir der. Eliot ve Fry, tiyatroda şiirin ancak koşuk yoluyla gerçekleşeceğini savunan tiyatro geleneğinin son temsilcisidir. Ibsen ve Çehov gibi modern tiyatroda şiiri, yeri geldiğinde dilden uzaklaşarak sahne olanaklarıyla yani sözcüklerin arkasındaki anlamlarla da uygularlar. Modern zamanların şiiri düzyazıyla yazıldığı gibi modern tiyatronun şiiri, şiirselliği de düzyazı ile sağlanır.

 

Yanıtlarınız için çok teşekkür ederim. Son olarak, Akdeniz Daktilosu’nun Türk ve Fransız okurları için neler söylemek istersiniz?

Akdeniz Daktilosu’nun Türk ve Fransız okuyucularını saygıyla selamlıyorum. Nice Tiyatro oyunlarında buluşma dileğiyle, sağlıkla ve sanatla kalın…

C
E
M
A
L
E
T
T
İ
N

Ç
E
K
M
E
C
E

 

182429,05png.png
izmirli_tiyatro_sanatcisi_varsova_film_f

Yorum

İletiniz için teşekkürler!

© 2024 Akdeniz Daktilosu

bottom of page