top of page

Reha Yünlüel

le cinquième passager

une bourrasque glacée

fripe nos visages

le canon du pistolet gelé

goutte dans ma main


le bus n'était pas encore arrivé

le bus ne s'était pas arrêté

ma main ne t'avait pas abattue


les deux motards descendent au bord du lac-

deux chiens de mer qui n'ont jamais vu la mer-

ils le regardent avec regret

     ils tâchent de s’en souvenir


sur la route de la soie une caravane se dévêt de son soleil

le désert frondeur s’enroule de sable comme d'un châle

      mes yeux s'accrochent à cette caravane sur la route de la soie

        qui troue le désert

     mon pouce s'accroche au chien du pistolet


la caravane est précipitée dans un champ de coquelicots :

     le champ,

     une lourde goutte d’être rouge

     pas encore coagulée


le chien aboie encore une fois

      les chiens de mer en feu, les yeux dans les yeux,

      saignent comme les flammes qui montent

      de briquets fraîchement chargés


le champ dans son être souffre à nouveau


ma main

rêve de la fenêtre brûlée de ta tempe gauche


à l'arrêt de bus, une femme aux pieds bleus gît abattue :

                     toi,

                     une petite goutte rouge de verre

                     pas encore coagulée


à l'arrêt de bus gisent quatre cadavres;


           mais

           le bus encore réclame

           mon suicide !


dans la fraîche pleine lune de juillet

le bus repart avec ses cinq passagers

      de la gueule roussie du pistolet

      des coquelicots coagulent Vérsion française: Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel


&


beşinci yolcu

hoyrat bir poyraz

buruşturur yüzlerimizi,

soğuk tabancanın namlusu

damlar elime


otobüs, durağına varmamıştır henüz

otobüs henüz durmamıştır

elim seni vurmamıştır


iki motorsikletli

gölün bir yakasında inerler,

okyunus görmemiş iki yunus

özlemle bakarlar göle:

gölü, akıllarında tutarlar


İpekyolu’nda bir kervan, güneşinden soyunur

iflâholmaz çöl, kumlarına şal niyetine sarılır

gözlerim İpekyolu’nda o kervana asılır

kervan, çölü deler geçer

başparmağım tabancanın horozuna asılır


kervan, gelincik tarlasına düşer:

tarla,

daha pıhtılaşmamış

kırmızı ve büyük bir can damlasıdır


horoz bir kez daha öter

gözgöz(e) tutuşmuş iki yunus,

yeni doldurulmuş çakmaklar gibi

tek alev şeridinden hâre’gürül bir kanar


tarlanın canı bir kez daha yanar


elim,

sol şakağının yanık penceresini düşeder


durakta, mâvi ayaklı bir kadın vurulur:

sen,

daha pıhtılaşmamış

kırmızı ve

küçük bir cam damlasıdır


durakta dört ceset vardır;


yine de

otobüsün aklı fikri

intihârımdadır!


serin bir temmuz dolunayında

beş yolcusuyla kalkar otobüs

tabancanın (u)yanık kapısından

gelincikler pıhtılaşır

bottom of page